Ana içeriğe atla

Yarım Kalan Kitaplar



  Okuduğum kitap bitmeye yakınsa bir telaş alıyor beni. Bundan sonra ne okusam? Kitaplarıma bakıyorum. Ayraçları içinden fışkırmış, kimini 56. sayfada kimisi 134. sayfada bırakılmış kitaplar var. Hem kitapları yarım bırakıyorum, hem yarım bıraktığım için kendime kızıyorum. Çok nadir olarak da yarım kitaplardan birine devam ediyorum.

  Kimi kitapları bitiremiyorum. Aldığım her kitabı özenle seçerim aslında. Çünkü lisedeyken edebiyat hocamız "Bu hayatta her kitabı okuyamayacaksınız, o yüzden sevdiğiniz ve edebi değeri olan kitapları okuyun" demişti. Kapakları rengarenk, kitaplıkları süsleyen kitapları kitaptan saymıyorum zaten. Hele arkasına Newyork Times falan yorum yapmışsa uzak dursun benden mümkünse. Bir keresinde de internette rengine göre kitaplığını düzenleyeni gördüm. Pembeler en altta, morlar üstte dursun, maviyle yeşil yanyana dursun şekerim...

  Yarım kalan kitaplar da çok güzeller biliyorum. İki Şehrin Hikayesi nasıl güzel olmasın mesela? Bazı kitapları bilerek okumuyorum daha fazla, bana bir şey katmayacağını anladıktan sonra devam etmenin anlamı ne? Kitap ismi verirsem çok yargılayacaksınız, yazarlarını söyliyim sadece. Albert Camus(ki en sevdiğim yazar), Jack London, Ernest Hemingway gibi isimleri yarım bırakmış insanım.

  Bir kitabı bitirmeden diğerini almamalı insan. Ama tüketim toplumu değil mi eninde sonunda. Bir keresinde Tüyap'ta gözüm iyice dönmüştü. Hayatım boyunca okuyacağım klasiklerin hepsini bir kerede aldım. Henüz hiçbirine başlama fırsatı da bulamadım.

  Yarım kitaplarımı saygıyla anayım derken daha hiç okunmamış kitapları soktum yine aklıma. İşte her seferinde böyle oluyor, görüyorsunuz değil mi? Yarım kitaba devam edeyim derken hiç okunmamışlara dikiyorum gözümü. Bu yüzden kitapçılara girmek istemiyorum, daha okumadığım ne kadar kitap olduğunu fark edip yeni kitaplar alma isteğimi bastıramıyorum.

  Yine de en güzel duygu kitaba doymamak olsa gerek. Başka bir dünyada sözcüklerle buluşmanın tadını hiçbir şeyden alamaz insan...

Yorumlar

  1. Sevgili doktor adayı, Franz Schubert'in Serenade'sinin duygusallığında yazıyorum. Yazdıklarını beğendim ve kendimle özdeşleştirdim. Geçenlerde gözüm ilişti, ne kadar çok kitabı öylesine terk etmişim kitaplığımda ben de inanılmazdı. İçindeki ayraçların kimisi durmaktan boyunlarını eğmiş, kimisi üzerine koyduğum başka bir kitap yüzünden kırılmış gibiydi... Chopin iç parçalayan haykırışlarla başladı şimdi Nocturne for Violin and Piano... Bazen sevemezsin bir kitabı, zorlasan da olmaz işte. Ya anlatım dili, ya konusu, ya da karakter tahlilleri sarmaz seni. O zaman bırakmak gerek. Tek tek çıkardım içlerinden ayraçları, böylece hangisine başlayıp ortada bırakmışım bilemeyeceğim. Belki ilerde değişen duygusal yapım o eski kötü anıları unutabilir ve hiç hatırlamayabilirim kimdi neydi ne anlatıyordu, kim bilir... Belki sevebilirim... Barışırım o kitapla, eski küskünlüklerin yerini yeni bir başlangıcın getirdiği heyecan alabilir... Sevgiler dostum...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkür ederim...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayatıma Yön Veren 10 Kitap

  Geçen sene böyle bir yazı okumuştum, o günden beri düşünüyorum hayatıma yön veren 10 kitap nedir diye. En çok beğendiğiniz kitapları belirlemek kolaydır ama bir kitap okuduktan sonra bazı kararlarınızı sorgulamak bazılarını değiştirmek ise o kitabın hayatınıza etki ettiğini gösterir. Yani bir kitabı beğenmekle bir kitabın size kendinizi sorgulatması ayrı şeylerdir. Ben "bir kitap okudum hayatım değişti" demiyorum ama "bir kitap okudum ve kararlarım değişti" dediğim 10 kitabı sıralayacağım.

İlk Psikiyatri Hastanesi: Asklepion

  İçinde bulunduğumuz coğrafya tıbbın kurucu medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Tıbbın babası Hipokrat İstanköy (Kos Adası) doğumludur ve çeşitli Anadolu illerinde hekimlik yaptıktan sonra tekrar İstanköy'e dönerek hekimliğe burada devam etmiştir. İstanköy Bodrum'un karşısında yer alan bir Ege adasıdır.   O dönemlerde yurdumuzda üç önemli sağlık merkezi bulunmaktaydı. Hipokrat'ın bulunduğu Kos Adası, Epidaurus ve Asklepion.

Yaşlılıkta Aşk / Love at Old Age

  Sokakta neden el ele yürüyen yaşlılara sık rastlamayız? Siz hiç parkta öpüşen yaşlı bir çift gördünüz mü? Ben görmedim... Yaşlanınca unutur muyuz aşkı, yoksa "yaşlı başlı insanlarız" diye düşünüp toplumdan mı çekiniriz? Kafelerde birbirine aşkla bakan yaşlı insanlar olsa benim çok hoşuma gider mesela. Gittikçe sevgisiz toplumlara dönüşüyoruz. Aşkımızı, sevgimizi belli etmekten utanıyoruz. Bir de mahalle baskısı var gencinden yaşlısına. Sarılamıyor, öpüşemiyor, el ele tutuşamıyoruz.   Sizi bir projeyle tanıştıracağım. Ünlü fotoğrafçı Willy Puchner "Love at Old Age" adlı projesinde yaşlanınca aşkların nasıl göründüğünü göstermiş. Keşke diyorum, hep böyle insanlar görsem çevremde. Yılların yıpratamadığı aşkları kırışıklarına gizlemiş bu tonton insanlarla dolu olsa sokaklar, sahiller. Willy Puchner Bio The Project: Love at Old Age