Ana içeriğe atla

The Terminal, 2004

  Tom Hanks oynadığı her filmi bir başyapıta dönüştürüyor. The Terminal'i de Forrest Gump gibi buruk bir gülümsemeyle izledim. Eğlendiğiniz kadar üzülüyorsunuz ama tutkulu bir sevginin gücünü de sorguluyorsunuz filmin sonunda.
  Gerçek bir hayat hikayesinden esinlenilmiş senaryo, 1988'den 2006'ya kadar 17 yıl boyunca Paris Charles de Gaulle Havalimanı'nda yaşayan Mehran Karimi Nasseri'den ilham alınmış.
  Steven Spielberg'in yönettiği bu filmin senaryosunu iki güçlü isim, Andrew Niccol ve Sacha Gervasi, kaleme almış.




  Tom Hanks Krakozya'dan JFK Havalimanına iniş yapan Viktor Navorski'yi canlandırıyor. Navorski New York yolundayken ülkesinde darbe gerçekleşmiş ve ülkesinin pasaportu iptal edilmiştir. Amerika'ya giriş ve çıkış hakkı bulunmadığı için havalimanında beklemesi gerekmektedir.


  Bu bekleyiş oldukça zordur, ülkesindeki savaşın ne zaman biteceği belli değildir. Parasız bir şekilde havalimanında yaşamanın yollarını arar Navorski. Havalimanında tanıştığı güzel hostes Amelia Warren(Catherine Zeta-Jones)'dan çok etkilenir.


  Navorski Gate 26'da ikametgah etmeye başlar. Böylece artık rahat yemek bulmaktadır. Yolcular lavaboda ellerini yıkarken Navorski o lavabolarda duş almaktadır. Sepetleri toplayarak içine atılan bozuk paraları çıkarıp biriktirir. Havalimanındaki dükkanlarda iş arar.




  Navorski bıkmadan usanmadan Amerika'ya giriş yapabilmek için officer Dolores'e başvuruda bulunur. Sürekli Dolores ile konuştuğunu gören Enrique, Navorski'nin yemek bulmasına yardımcı olur, onu arkadaşlarıyla tanıştırır. Böylece yeni dostlar edinmiş ve havalimanında kendine bir yaşam alanı kurmuştur Navorski. Dostu Enrique ile officer Dolores'in arasını yapmaya çalışır.


  Havalimanı müdürü Frank Dixon artık Navorski'yi bir tehdit olarak görmeye başlar. Bürokrosidaki açık noktadır ve yeni atandığı müdürlüğünün onanması için Navorski'yi engel olarak görür ve onu dışarı çıkarmaya çalışır.

Caz Çağına Selam

Filmin sonunda Navorski'nin bu inatçı bekleyişini büyük bir saygıyla izliyoruz. Tutkulu bir sevginin gücünü, vefayı ve saçma sapan bürokrasilerimizi düşünürken Benny Golson saksofonuyla bize eşlik ediyor.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayatıma Yön Veren 10 Kitap

  Geçen sene böyle bir yazı okumuştum, o günden beri düşünüyorum hayatıma yön veren 10 kitap nedir diye. En çok beğendiğiniz kitapları belirlemek kolaydır ama bir kitap okuduktan sonra bazı kararlarınızı sorgulamak bazılarını değiştirmek ise o kitabın hayatınıza etki ettiğini gösterir. Yani bir kitabı beğenmekle bir kitabın size kendinizi sorgulatması ayrı şeylerdir. Ben "bir kitap okudum hayatım değişti" demiyorum ama "bir kitap okudum ve kararlarım değişti" dediğim 10 kitabı sıralayacağım.

İlk Psikiyatri Hastanesi: Asklepion

  İçinde bulunduğumuz coğrafya tıbbın kurucu medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Tıbbın babası Hipokrat İstanköy (Kos Adası) doğumludur ve çeşitli Anadolu illerinde hekimlik yaptıktan sonra tekrar İstanköy'e dönerek hekimliğe burada devam etmiştir. İstanköy Bodrum'un karşısında yer alan bir Ege adasıdır.   O dönemlerde yurdumuzda üç önemli sağlık merkezi bulunmaktaydı. Hipokrat'ın bulunduğu Kos Adası, Epidaurus ve Asklepion.

Yaşlılıkta Aşk / Love at Old Age

  Sokakta neden el ele yürüyen yaşlılara sık rastlamayız? Siz hiç parkta öpüşen yaşlı bir çift gördünüz mü? Ben görmedim... Yaşlanınca unutur muyuz aşkı, yoksa "yaşlı başlı insanlarız" diye düşünüp toplumdan mı çekiniriz? Kafelerde birbirine aşkla bakan yaşlı insanlar olsa benim çok hoşuma gider mesela. Gittikçe sevgisiz toplumlara dönüşüyoruz. Aşkımızı, sevgimizi belli etmekten utanıyoruz. Bir de mahalle baskısı var gencinden yaşlısına. Sarılamıyor, öpüşemiyor, el ele tutuşamıyoruz.   Sizi bir projeyle tanıştıracağım. Ünlü fotoğrafçı Willy Puchner "Love at Old Age" adlı projesinde yaşlanınca aşkların nasıl göründüğünü göstermiş. Keşke diyorum, hep böyle insanlar görsem çevremde. Yılların yıpratamadığı aşkları kırışıklarına gizlemiş bu tonton insanlarla dolu olsa sokaklar, sahiller. Willy Puchner Bio The Project: Love at Old Age